28 Ekim 2015 Çarşamba

KAPAK BİLGİSİ = GİRİŞ

BENZER ESERLERİ GÖRÜNTÜLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ Bu kitabın konusunu oluşturan yalancılık, bazı insanların üstünde çok durmadıkları, başkaları yaptığında çoğu zaman anlamazlıktan gelip, kendileri yaptıklarında ise masum gördükleri bir özelliktir. 

Dünyanın her yerinde, her kesimden insanın önemli bir kısmı, küçük yaşlarından itibaren sık sık yalana başvurur. Kimi, insanlara gösteriş yapmak için, kimi kibirinden, kimi insanları güldürmek için, kimi bir çıkar sağlamak için, kimi birilerinden kendini korumak için, kimi ise bir başkasına kötülük yaparak iftira atmak için yalan söyler. Büyük bir kısmı ise basit nedenlerden dolayı veya ağzı alışık olduğu için yalan söyler. Bu kişiler, yalanın ne kadar kötü bir ahlak bozukluğu olduğunu, Allah’ın insanların yalan söylemelerini yasakladığını ve yalanı alışkanlık haline getirenlerin cehennemle karşılık görebileceklerini hiç düşünmez.
Bu kitap insanları, küçük, masum ya da zararsız gibi gördükleri, ancak kendileri için büyük bir tehlike olan yalancılığa karşı uyarmak, onlara yalan söylemenin haram olduğunu hatırlatmak için hazırlanmıştır. Kitapta yalancılığın taktiklerinin deşifre edilmesi, yalan söyleyenlerin dayandıkları yöntemlerini ellerinden alacağı için, bir bakıma onları dürüstlüğe mecbur edecektir.

 GİRİŞ

İnsanların büyük bir çoğunluğu kendilerinin iyi insanlar olduklarını, kötü bir ahlak yapısına sahip olmadıklarını iddia ederler. Kimseye zararlarının dokunmadığını ve kötü yönlerinin olmadığını söylerler. Oysa, bu insanların çok büyük bir çoğunluğu, Allah'ın hoşnut olmadığı, insanlara yasakladığı birçok kötü ahlak özelliğine sahiptir. Ancak bu kötü ahlak özellikleri, bazı toplumlar içinde yaygınlaştığı ve olağan karşılanarak kabul gördüğü için, kötü ve çirkin karşılanmamaktadır. Örneğin dedikodu, Allah'ın yasakladığı, hatta bir insanın dedikodu yaptığında ölü kardeşinin etini yemek kadar tiksineceği bir davranışta bulunduğunu bildirdiği bir davranıştır. (Hucurat Suresi, 12) Buna rağmen, birçok insan biraraya geldiğinde, bir başka kişinin dedikodusunu yapabilmektedir. Hatta, dedikodu için televizyon programları ve dergilerde köşeler yer almaktadır. 

Dedikodu gibi alaycılık, cimrilik, kibir gibi özellikler de Allah'ın insanları uyardığı ve karşılığının cehennem olduğunu belirttiği çirkin davranışlardır. Ancak, insanların büyük bir çoğunluğu bu özelliklere sahiptir ve bunları çok zararlı görmezler. Bu kişiler bir katilin, hırsızın veya katliamlar yapan azgın bir diktatörün çok kötü bir insan olduğuna kanaat getirirler, ancak yukarıda belirtilen tarzdaki ahlak bozukluklarını kendilerince zararsız ve önemsiz görürler. Oysa, her türlü ahlaksızlığın, derecesine göre Allah Katında adaletle verilmiş bir karşılığı vardır. 

Bu kitabın konusunu oluşturan yalancılık da, insanların bir kısmının üstünde çok durmadıkları, başkaları yaptığında çoğu zaman anlamazlıktan gelip, kendileri yaptığında ise masum gördükleri ve insanların çok büyük bir kısmının sahip olduğu kötü bir özelliktir. 
Dünyanın her yerinde, her kesimden insanın önemli bir kısmı, küçük yaşlarından itibaren sık sık yalana başvurur. Kimi insanlara gösteriş yapmak için, kimi kibirinden, kimi insanları güldürmek için, kimi bir çıkar sağlamak için, kimi birilerinden kendini korumak için, kimi ise bir başkasına kötülük yaparak iftira atmak için yalan söyler. Büyük bir kısmı ise çok basit nedenlerden dolayı veya sırf ağzı alışık olduğu için yalan söyler, fakat yalanın gerçekte ne kadar kötü bir ahlak bozukluğu olduğunu, Allah'ın yalan söylenmesini yasakladığını ve yalancıların ahirette cehennemle karşılık göreceklerini hiç düşünmez.

Bu kitap insanları, küçük, masum ya da zararsız gibi gördükleri, ancak kendileri için büyük bir tehlike olan yalancılığa karşı uyarmak, onlara yalan söylemenin haram olduğunu hatırlatmak için hazırlanmıştır. Kitapta, insanların neden yalana başvurdukları, yalan söylemekten nasıl vazgeçileceği, dürüstlüğün insana neler kazandıracağı gibi konuların yanısıra, yalancıların ruh hali, yalanlarını kurtarma taktikleri gibi konular da anlatılacaktır. Yalancılığın taktiklerinin deşifre edilmesi, yalan söyleyenlerin dayandıkları yöntemlerini ellerinden alacağı için, bir bakıma onları dürüstlüğe mecbur edecektir. 

YALAN SÖYLEMEK HARAMDIR

Bazı insanların en büyük hatalarından biri, Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde değil de kendi çarpık mantıkları veya toplumda yaygın olan bazı batıl değer yargıları ile hareket etmeleridir. Bunun için hiç düşünmeden, Allah'ın hiç sevmediği ve ahirette cezalandıracağı davranışları onaylayabilmekte, görmezlikten gelebilmekte veya pervasızca uygulayabilmektedirler. Yalan söylemek de bu tür davranışların başında gelir. Her ne kadar toplumda yalancılık kötü bir ahlak özelliği olarak bilinse de, bu kimi zaman sözde kalır. Çünkü insanların önemli bir bölümü, ciddi bir kişilik bozukluğu olan yalancılığı alışkanlık haline getirmiştir. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116)

İlginç olan ise, yalan söyleyen insanın çevresindekiler tarafından genellikle anlaşılması, ancak buna rağmen deşifre edilmemesi ve o kişinin de bunu bile bile yalanlarını sürdürmesidir. Yalancılık birtakım insanlar arasında yaşatılan gizli bir lisan gibidir. Bu tarz toplumlarda herkes birbirine bu konuda göz yumar, anlamazlıktan gelir. Örneğin yalan söyleyerek çevresindekilere gösteriş yapan bir insanı, o ortamda bulunanlar çoğu zaman deşifre etmezler. Hatta kendileri de gösteriş yapmak için yalanlar uydurarak, ilk yalan söyleyene yetişmeye çalışırlar. 

Ya da iki kişinin bulunduğu bir yerde bir şey kırıldığında, "bunu kim kırdı?" sorusuna dahi gerek yoktur. Çünkü soran kişi kırmadığına göre, diğeri kırmıştır. Ancak, buna rağmen kıran kişi "ben kırmadım" diyerek yalan söyleyebilir ve kendi aklına göre "o anını kurtarır". Oysa, kendini çok kötü bir duruma sokmuştur ve bunun farkında değildir. Çünkü hem yalancı olduğu görülmüştür ve bu nedenle kurtarmaya çalıştığı gururu aslında çok daha fazla zedelenmiştir, hem de -en önemlisi- Yüce Allah'ın hoşnut olmadığı bir davranış göstermiştir. Çünkü yalan söylemek haramdır. Nasıl ki bir Müslüman haram olduğu için domuz eti yemez ve buna büyük bir titizlik gösterirse ya da 5 vakit namazını kılarsa yalan söylemek de aynı şekilde titizlik gösterilmesi gereken haram bir fiildir. 

Ancak yalanın haram olduğunu düşünmeyen insanlar, zorda kaldıkları her durumda, kendilerini kurtarmak için hemen yalana başvururlar. Belki o an gerçekten zor bir durumdan kendilerini kurtarırlar ya da kurtardıklarını sanırlar, ancak tevbe etmedikçe ve dürüst bir insan olmadıkça, yalancılıklarından dolayı, ahirette sorumlu olabilirler. 

Allah, Kuran'da ayetlerine inanmayanların yalan söylediklerini şöyle bildirmektedir:

Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte yalancıların asıl kendileri onlardır. (Nahl Suresi, 105)

İnsanların bir kısmı ahireti düşünmedikleri için, bir kısmı da, söyledikleri yalanların zararsız olduğunu zannettikleri için kolaylıkla yalan söyleyebilmektedirler. Kimi toplumlarda son derece yaygın olan "beyaz yalanlar" ifadesi de bunun bir örneğidir. Sözde beyaz yalanlar, kimseye zarar vermeyen, masumane, insanı o an bir sıkıntıdan kurtaran, küçük yalanlardır. Bu tür yalanların hiçbir sakıncası olmadığına inanılır. Ancak, yalan her durumda samimiyetsizlik, ikiyüzlülük ve sahtekarlıktır. Yalan söyleyen kişi, karşısındaki insanı kandırmakta, ona karşı samimiyetsiz davranmakta, ona saygı ve sevgi duymadığını göstermektedir. Bu nedenle yalanı, siyah veya beyaz gibi sıfatlarla sınıflandırıp, "bu yalandan bir şey olmaz", "bu zararsızdır" gibi çıkarımlar yapmak doğru değildir. 
Yalan, Allah'ın hoşnut olmadığı ve insanlara yasakladığı bir tavırdır. Peygamber Efendimiz (sav) de, bunu sık sık dile getirmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konuyla ilgili sözlerinden bazıları şöyledir:

"Yalanın her çeşidi günahtır..." 

"Ey insanlar, pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir?" 

"Yalan söz, büyük günahlardandır." 

MÜMİNİ DÜRÜST YAPAN ALLAH KORKUSUDUR

MUHABİR: Allah korkusundan söz ettiniz, peki şöyle bir soru sormak istiyorum. Neden Allah’tan korkmalıyız? 

ADNAN OKTAR: Allah’tan korku bize, aşkı, sevgiyi, muhabbeti verir. Yani Allah korkusu sevginin bütün zeminini oluşturur. Mesela dürüst olmamızı sağlar, yalan söylemememizi sağlar, mert olmamızı sağlar, vefalı olmamızı sağlar, çileye yatkın olmamızı sağlar. Bunlar aşkın ve sevginin kökenleridir yani aşk ve sevgi bu kökende gelişir. Güzel ahlak olmayan bir zeminde sevgi gelişmez, muhabbet gelişmez. (Adnan Oktar’ın Denge TV röportajı, 9 Aralık 2009)

GERÇEK SEVGİ, DÜRÜST İNSANLAR ARASINDA YAŞANIR
ADNAN OKTAR: Romantizm mantıklı olmayı ortadan kaldırıyor. Tutarlı konuşmayı ortadan kaldırır. Mesela, bir insan bir kadınla beraberse ona romantik hareketler yapması, romantizme uygun hareketler yapması onu otomatik yapmacıklığa sürükleyecektir. Kadınların da en nefret ettiği şey yapmacıklıktır. Erkek olsun kadın olsun, insanlar yapmacıklıktan hoşlanmaz. Doğal ve tabi insan çok etkileyicidir. Bir kadını en etkileyecek şey karşıdaki insanın dürüstlüğü, samimiyeti, Allah korkusu, güvenilir olması, dengeli ve akıllı olmasıdır, romantikliği aklı başında bir kadını nefret ettirir, kızdırır hatta. Rahatsız olur öyle bir insandan. Ama akıllı bir insan, tutarlı bir insan, derin düşünen bir insandan çok hoşlanır bir kadın. Onun tutkuya olan derinliğini, aklını gördüğünde, Allah onda özel bir güç meydana getirir ruhunda, o kadın o zaman onu çok sever ve çok etkilenir ondan, ruhunda tarif edemediği bir zevk meydana gelir. Altıncı bir his meydana gelir. Ama romantizmde karşılıklı tiyatro sanatçısı gibi, karşılıklı aldatmaca vardır ve çok çok küçük düşürücü olur tabi. (Adnan Oktar’ın Ekin TV röportajından, 19 Ocak 2009)


İNSANLAR HANGİ DURUMLARDA, NEDEN YALAN SÖYLERLER?


Gurur ve kibir nedeniyle söylenen yalanlar

Kibir, şeytana ait bir özelliktir ve insanın güzel ahlaktan uzaklaşmasına, şeytanın ahlakına benzer bir ahlaka sahip olmasına neden olur. Şeytan, kibiri, kendini beğenmişliği ve akılsızca yaptığı gururu nedeniyle, Allah'ın sözüne uymamış, itaatsizlik yapmış ve bu nedenle cennetten kovulmuştur. 

Gururu için itaatsizlik ve kötü ahlak gösteren şeytanın aslında gururu daha da çok kırılmıştır ve lanetlenmiş ve aşağılanmış olarak kovulmuştur. 

Allah, şeytanın yaptığı itaatsizlikle küçük düştüğünü bir ayetinde şöyle haber vermiştir:

(Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 13)

Şeytan, en büyük aşağılanmayı ise cehennemde yaşayacak ve herşeyin üstünde gördüğü gururu yüzünden sonsuza kadar azap içinde kalacaktır. 

Şeytan, insanları da kendisi gibi doğru yoldan saptırmak için kesin karar vermiştir. Bu nedenle, tüm gücünü insanları günaha sürüklemek için kullanır. İnsanların gurur ve kibirlerini de, aynı kendisinde olduğu gibi, onların aleyhinde teşvik eder. Bu nedenle kibir, kendini beğenmişlik, hata veya kusur kabul etmemek, kendini her zaman üstün ve yeterli görmek, bir insan için olabilecek en önemli tehlikelerdendir. Bu özellikler insanları hep günaha yöneltir; ve insanların itaatsiz, asi, sinirli, saldırgan, alaycı, küstah olmalarına neden olur. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:

Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)

"Büyüklük gururu"nun insanı sürüklediği günahlardan biri de yalandır. İnsanlar, çoğu zaman kibirlerinden dolayı bazı gerçekleri kabul etmek istemez ve hemen yalana başvururlar. Örneğin, böyle biri, işinde bir hata yaptığında bunu kabul etmek istemez; bilgisiz veya beceriksiz görüneceğini düşündüğü ve insanların gözünde küçük düşeceğini sandığı için, hemen yalan söyler. Ya da bir şeyi almayı unuttuğunda, onu unuttuğunu söylemek istemez, onun yerine "gittim ama kalmamıştı" der. 

Oysa, yalan insanı çok daha küçük durumlara düşüren bir beladır. Ama bazı insanlar, karşılaştıkları olaylarda, sağlıklı düşünemeyerek, sırf o an kendilerini kurtarabilmek için hemen yalan söylerler. Halbuki yalanların birçoğu anlaşılır ve bu kez insanların gözünde daha da küçük düşerler. Ayrıca, insanın bir de ahirette alabileceği karşılık ve bu yüzden düşebileceği çok daha aşağılık bir durum olduğunu unutmaması gerekir. 
Allah bir ayette, insanlara hevalarına uyup, sözü değiştirerek adaletten sapmamaları gerektiğini şöyle bildirmektedir:

…Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Samimi bir mümin, hiçbir zaman kendini, kendi çıkarlarını Allah'ın hoşnutluğunun ve sevgisinin üstünde tutmaz. Allah'a olan sevgisi ve bağlılığı, Allah'ın hoşnut olmayacağı şeyler yapmasına engel olur. Ayrıca bir insan eğer gerçekten bir şeref veya üstünlük istiyorsa, bunu dine inanmayanların metodları ile yapmamalıdır. Gerçek üstünlüğün nasıl kazanılacağı Kuran'da yazılıdır. Allah'a ve Kuran'a uyan ise, gerçekten üstün olur. Kuran'da Allah şöyle buyurmaktadır:

...Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun Suresi, 8)

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10) 

GURUR İNSANIN VİCDANININ SESİNİ DİNLEMESİNE ENGEL OLUR

ADNAN OKTAR: Yalnız kabul etme ile inanmanın arasında çok büyük fark vardır. Şimdi kabul ettirmenin değil de inandırmanın üzerinde dursun kardeşimiz. Şimdi o, bilimsel delillerle anlatırsa karşıdaki adam inanır. İnandı mı tamam, kabul etme ayrı mesele, kabul etmemesi önemli değil. İnanması önemlidir. Bizim her anlattığımız adam inanıyor. Ama kabul etmemesi de mevzu bahis oluyor, nadir kabul eden olur çünkü gurur vardır insanda, kibir vardır, enaniyet vardır. Bunu aşamaz adam kolay kolay, “ben evet kabul ettim, doğru söylüyorsun” demez, ama içinden anlar. Şimdi uyuyan adama diyorsun ki “Güneş doğdu kalk”, “Güneş doğmamıştır, sen beni bırak, ben yatayım, uyuyayım” diyor. Yani biliyor Güneş'in doğduğunu o, anlamazdan geliyor yani uyuması gerekiyor çünkü, anlaşıldı mı? Onlar da uykularına devam etmek için “Güneş doğmadı” diyorlar. Biz bu anlattığımız insanlara, milyonlarca insanın hidayetine vesile olduk... Ama kabul etmez, kabul ederse çünkü etrafındaki insanlara karşı itibarları sarsılır, dışlanırlar, ezilirler, alaya alınırlar ve bunlara tahammül edecek bir güçleri olmayabilir. Ne yapar o zaman? Pasif müdafaaya geçer. Ne yapıyor pasif müdafaada? Arkadaş diyor ben kalben iman ettim, ama dil olarak zahiren de iman etmiyorum, diyor. Zahiren iman etmediğinde onların alayından, baskısından şunundan, bunundan kurtulmuş olur. Kalben iman da esas olduğu için tamamdır. Yani bir insanın doğruyu anlatıp da makul bir insanın kabul etmemesi diye bir konu yoktur. Ama Allah ayette diyor ki bakın; ”zulüm ve büyüklenme dolayısı ile doğruyu bildikleri halde kabul etmediler” diyor Allah. Bak kabul, inanmadılar demiyor Allah, değil mi? Kabul ayrıdır, inanma ayrıdır. Vicdanları kabul ettiği halde diyor Allah, içten kabul ediyor. Bizim görevimiz, vicdanen kabul ettirmektir. Zulüm ve büyüklenme nedeniyle kabul etmeyebilir insan. (Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV röportajından, 18 Ocak 2010)

Alışkanlık ile söylenen yalanlar

İnsanların önemli bir kısmının dilleri yalan söylemeye alışmıştır. Özellikle çocukluk ve gençlik yıllarında bazı insanlar, hiç tereddüt etmeden yalan söyleyebilmektedirler. Örneğin, arkadaşlarıyla gittiği yeri söyleme konusunda gençlerin birçoğunun ağzı yalana alışıktır. Ya da, insanlara genelde bir şeyi neden yapmadıkları sorulduğunda, yanlış bir şey yaptıklarında, bir şeyi unuttuklarında yaptıkları açıklamalar yalan olabilmektedir. Ağzı yalan söylemeye alışık olan bu insanlar, bu tür yalanları çoğu zaman hiç düşünmeden söylerler.   
Biraz düşünseler, samimi verdikleri cevapta kendileri için bir sakınca olmayacağını göreceklerdir. Ancak, çocukluklarından itibaren bu tür durumlarda yalan söylemeye alıştıkları için, yine bu yönteme başvururlar.

Yalanın ortaya çıktığı başka bir durum ise, insanların fikirlerine başvurulduğu anlardır. Bazı insanlar bir konu hakkında düşünceleri sorulduğunda, genellikle gerçek düşüncelerini dile getirmek yerine, karşı tarafın duymak istediklerini veya çıkarlarına ters düşmeyecek olan cevabı vermeyi tercih ederler. Karşı tarafın istediği cevabı vermenin altında ise ya korku ya da karşısındaki insanın rızasını kazanma isteği yatmaktadır. 

Kendi çıkarına ters düşmeyecek cevabı vermek, dinden uzak yaşayan kimseler arasında yaygın bir davranıştır. Bu tür insanlar savunma mantığı ile hareket ederek, "tabii ki kendi çıkarlarımı korumak zorundayım" şeklinde yanlış bir anlayış geliştirmişlerdir. Bu yanlış mantık, toplumun din ahlakından uzak yaşayan bireyleri tarafından çok normal karşılanır. Hatta Kuran ahlakını yaşayan bir insanın, adaleti gözetmek amacıyla kendi çıkarını zedeleyecek bir açıklamada bulunması "güzel ahlak" olarak değerlendirilmez; bunun yerine bu üstün ahlaklı kişiye "saflık" veya "iş bilmemezlik" gibi gerçeklerle hiçbir alakası olmayan çirkin yakıştırmalarda bulunulur.  

Söz konusu insanların kendi çıkarlarını korumak için zararsız gördükleri yalanlar çeşitlendirilebilir. Örneğin, birçok insan, bir arkadaşı borç para istediğinde imkanı olduğu halde vermek istemiyorsa hemen yalana başvurur. Vermek istemediğini söylemez hatta karşı atağa geçerek kendisinin de "borç para aradığı" veya "işlerinin çok kötü gittiği" yalanını söyler. Bu taktik, karşı tarafın isteğini baştan engelleme amacı taşımaktadır. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların arasında yaygın olarak rastlanılan bu davranış bir ahlak bozukluğu olarak görülmemektedir. 

Bunun dışında yalanı, belli bir maksada dayandırmadan, alışkanlık haline getiren insanlara da rastlamak mümkündür. Bu yalanlar çoğu zaman, kişinin konuşacak bir konusu olmamasına veya dikkat çekmek istemesine de dayanabilir. Örneğin kimseyi ilgilendirmediği halde gece bir kere uyanan bir insan, sabah kalkınca "bütün gece uyumadım" diyebilmektedir. Böyle bir insan sadece birkaç saat aç kalınca da, "bütün gün hiçbir şey yemedim" der veya başı hafif ağrır, ama çok ağrıdığını ve ağrıdan hiçbir şey yapamadığını söyler. Bunlar hiç kimseye zarar vermeyecek, küçük yalanlar olarak algılanabilir. Ancak aslında küçük veya büyük tamamı yalandır ve Allah Katında hoşnut olunmayacağı bildirilmiş davranışlardır.

Alay etmek ve kızdırmak için söylenen yalanlar

Yalanın sebeplerinden biri, karşıdaki kişiyi kızdırmak, o kişiye onu saymadığını ve umursamadığını göstermektir. Sözgelimi, verdiği bir randevuya geciken kişi, beklettiği arkadaşının "bu saate kadar neredeydin?" sorusuna, yalan olduğu çok açık olan bir cevap verebilir. Burada aslında amacı, karşısındaki kişinin beklemesini umursamadığını, onun taleplerine değer vermediğini belirtmek ve onu kendi deyimleriyle "enayi" yerine koyarak kızdırmaktır. 

Alay etmek için yalan söylemek de yaygın görülen bir ahlaksızlıktır. Örneğin alay etmek niyetinde olan bir insan, arkadaşını olmamış bir olayın gerçekleştiğine inandırır. Arkadaşının anlattıklarına inanması, bu hayali olayı inanarak başkalarına anlatması, bunun sonucunda çevresinde "saf" görülmesi, yalan söyleyen ve aynı zamanda alaycı olan insanı eğlendirir. Bu insan, arkadaşının saflığı ile alay eder, kendisini ise çok kurnaz ve zeki zanneder. Oysa hem Allah'ın razı olmayacağı bir tavır   sergilemiştir, hem de itici ve sevilmeyen bir insan olmuştur. Dolayısıyla kendi kurduğu tuzağa kendisi düşmüş, başkalarını küçük düşürmek isterken kendisi küçük düşmüştür.

Allah yalan gibi alayı da yasakladığını Hucurat Suresi'nde şöyle bildirmektedir:

Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar... (Hucurat Suresi, 11)

Bazı insanlar, umursuzca, hiç düşünmeden, birkaç dakika için kendilerini alay ederek ve yalan söyleyerek eğlendirmek isterken, aslında Allah'ın hoşnut olmadığı ve Kuran'da kötü ahlak olarak bildirdiği davranışları göstermektedirler. Kuran ahlakına uygun olmayan bir mantıkla hareket eden insanlar, kendilerine bu yaptıklarının kötü bir davranış olduğu söylendiğinde, "bunda ne var ki, sadece eğleniyorduk" diyebilmektedirler. Oysa, alay etmek ve yalan söylemek kötü özelliklerdir.  

Bu iki kötü özelliğin içinde yaşadıkları toplumda yaygın olması, hatta çoğu kişi tarafından bir alışkanlık haline getirilmiş olması da, bu özelliklerin İslam ahlakına uygun olmadıkları gerçeğini değiştirmez. Ve dolayısıyla bu tavırları meşrulaştırmaz. Ayrıca bu insanlar bir kez vicdanlarının sesine kulak verseler ve herkesin kendileri gibi olduğu bir ortamda yaşamak isteyip istemeyecekleri sorusunu cevaplandırsalar gerçeği göreceklerdir. Hiçbir insan çevresindekilere karşı sergilediği bu kötü davranışların kendisine yapılmasını istemez, bunu isteyip istemediği sorulsa şiddetle reddeder.

Zor gelen bir işi yapmaktan kurtulmak için söylenen yalanlar

İnsanların yalana en çok başvurdukları konulardan biri de, kendilerine zor gelen veya yapmak istemedikleri bir işten kurtulmak istemeleridir. Örneğin bir konuda kendilerinden yardım istendiğinde, yardım etmeye üşendiklerini veya yardım etmek istemediklerini söylemek yerine, "şu anda çok işim var", "başım çok ağrıyor" "belimi incitmişim" gibi yalanlar uydurarak yardıma gelemeyeceklerini söylerler. 

Oysa samimi bir Müslüman, hem yalan bahaneler öne sürmekten korkup sakınır, hem de bir yardım isteğini veya herhangi bir işi üşengeçlikten veya tembellikten dolayı asla geri çevirmez. Samimi bir Müslüman, her anının hesabını ahirette vereceğini bildiği için, en zor gibi görünen işleri dahi büyük bir şevk ve istekle yapar. İnsan bazen kendisini gerçekten yorgun veya bazı şeyleri yapmak konusunda isteksiz hissedebilir. Böyle durumlarda yalan söylemek yerine, insanın hemen iradesini kullanarak, vicdanına uygun olanı yerine getirmesi gerekir. Örneğin, film seyrederken kendisinden bir yardım talep edildiğinde, bu kişinin bunun ahiretteki karşılığını düşünerek, hemen yardıma koşması gerekir. Ama, filmi bırakmak istemediği ve kendi isteklerini ön planda tuttuğu için yalan söyleyen bir insan, aynı anda iki kötü ahlak özelliğini birden göstermektedir. Hem vicdanına uymayarak, daha hayırlı görünen bir işi yapmamakta, hem de bunun için yalan söylemektedir. Böylece kişi karşısındaki insanı rahatsız olduğuna ve yardım edemeyecek durumda olduğuna ikna edebilir ve o an rahatından özveride bulunmayabilir. Ancak, Allah herşeyi görmekte ve bilmektedir. İnsan, bir gün sonra bile bir önceki gün yaptıklarını ve düşündüklerini unutur, ancak Allah hiçbirini unutmaz ve her insanı ahirette her tavrından ve sözünden sorgulayacaktır. 

Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 284)

"Bilmiyorum" dememek için söylenen yalanlar

Bazı insanlar kendilerini çok beğenip büyük gördükleri için, her konuda eksiksiz ve kusursuz olduklarını çevrelerindeki insanlara da kanıtlamaya çalışırlar. Kendilerinin her konuda bilgi sahibi olduklarını göstermek isterler. Bu nedenle, kendilerine bir konuda danışıldığında veya kendilerinden bir bilgi istendiğinde, eğer bu konu hakkında bilgileri yoksa, çoğu zaman bir cevap uydururlar. 

Sorulan konu hakkında bilgisiz olmak veya konudan haberdar olmamak ağırlarına gider, "bilmiyorum, haberim yok" demezler. Çoğu zaman bu yüzden daha da küçük duruma düşerler, çünkü bilgisizce konuştukları anlaşılır. Ama sırf kibirleri yüzünden küçük düşmeyi ve yalancılığı göze alırlar. 
Allah bir ayetinde, bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığı halde tartışmalara girenlerle ilgili olarak şöyle bildirmektedir:

İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi, 66)

Bu tür davranışlar Kuran ahlakına uymayan insanların aralarında yaşattıkları cahiliye ahlakının sonuçlarıdır. Böyle insanlar, kendilerini kabul ettirmek, itibar sahibi, sözü dinlenen insanlar olmak için Kuran ahlakıyla bağdaşmayan yollara başvururlar. Dünyada kendileri için sıkıntı, gerilim ve huzursuzluk yaşatan bu ahlak bozukluklarının sonucunda ise ahiretlerini de tehlikeye atarlar. Bir insanın itibarı ve başarıyı bu şekilde araması büyük bir gaflet ve cehalettir. Çünkü dünyada ve ahirette istenen herşeyin tek yolu, her koşulda Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uymaktır. 

Yaşanan veya tanık olunan olayları abartmak için söylenen yalanlar

Bazı insanlar çevrelerinde, olayları abartmaları, görmedikleri şeyleri görmüş gibi anlatmaları ile tanınırlar. Bunu, çevrelerindeki insanları eğlendirmek amacı ile yapanların yanısıra, bir hastalık gibi alışkanlık haline getirmiş olanlar da vardır. Neden yaptıklarını dahi düşünmeden, her olayı olduğundan farklı anlatırlar, birşeyler ekleyerek, olan olayları daha da abartılı hale getirirler. 

Örneğin iki arabanın hafifçe birbirine çarpmasını, büyük bir felaketin yaşandığı bir kaza olarak anlatabilirler. Büyük bir yolcu gemisini gördüklerinde, geminin büyüklüğünü 3-4 misli kadar tarif ederler. Ancak kısa bir süre sonra bu durum toplumda bu kişilere duyulan güveni azaltır. Herhangi bir konu hakkında fikir almak istendiğinde, bu gibi kişiler sağlıklı bilgi vermedikleri için tercih edilmezler,

Böyle bir tavır, insanları eğlendirmek veya şaka için dahi olsa doğru değildir. İnsan şaka olarak doğru olmayan bir şeyi söylese dahi, hemen ardından, hatta mutlaka o an, söylediğinin doğru olmadığını çevresindekilere belirtmelidir. 

Peygamber Efendimiz (sav) de, ashabına şaka için dahi yalan söylememelerini hatırlatmıştır. 

"Kul şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa    etmeyi bırakmadıkça iyi bir mümin olamaz."

"Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun."
"Ben şaka yaparım ama doğru olanı söylerim." 

Kötülük yapmak ve aldatmak için söylenen yalanlar

Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, küçük çıkarları için bir başkasına karşı kolaylıkla kin duyabilir veya haset edebilirler. Çoğu zaman hiçbir nedene dayanmayan, kendi kendilerine ürettikleri bu hislerin sonucunda ise, bu kişilerden intikam almak isterler. İnsanların bir kısmı, az ya da çok bu hissi içinde taşır ve için için başkalarının kötülüklerini ister. Kötülüğünü istedikleri kişi, yakın görünen bir dostları dahi olabilir. 

Sözgelimi, bir yere giderken, arkadaşına yakışmayan bir kıyafete müdahale etmek istemez çünkü ona göre, çok güzel kıyafet ile dikkat çekici hale gelen bir arkadaş kendisine olan ilgiyi azaltacak ve onu 2. plana itecektir. Yani gerçeği söyleyip, arkadaşlarını güzelleştirmek istemez. 

Veya iki arkadaş aynı konu üzerinde çalışırken, biri diğerine yararlandığı kaynakları söylemez, ya da daha az işe yarayanları söyleyip, diğer önemli olanları gizler, "başka bir şey yok" der. Böylece rekabet içinde olduğu arkadaşının işini yavaşlatır veya engeller. 
Müminler ise, birbirlerine büyük bir sevgi ve saygı duyarlar. Her zaman yardımlaşma ve dayanışma içindedirler. Kendileri için istediklerinin daha iyisini ve güzelini mümin kardeşleri için de isterler. Bu nedenle, bu tür konularda birbirlerine asla yalan söylemez, aksine bütün içtenlikleri ile yardımcı ve destek olurlar; bir arkadaşlarının giydiği kıyafeti en güzel hale getirirler, bir çalışmalarında ellerinden geldiğince yardım ederler. Bu, müminlerin samimiyetlerinin ve yakınlıklarının bir göstergesidir. 

Allah başka bir ayette şu şekilde bildirmiştir:

...Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Gösteriş yapmak için söylenen yalanlar

Kuran ahlakını yaşamayan insanlarda yalanın en çok kullanıldığı durumlardan biri, birbirlerine gösteriş yaptıkları zamanlardır. Allah'ın Kuran'da da bildirdiği gibi insanlar birbirlerine karşı övünmeye ve gösteriş yapmaya çok düşkündürler:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. (Tekasür Suresi, 1-2)

Övünmeye bu kadar meraklı olan söz konusu insanlar, sahip olduklarının övünmek için yeterli olmadığını düşündüklerinde ise hemen yalana başvururlar. Sahip olmadıkları şeyleri, kendilerine aitmiş gibi gösterirler. Örneğin sıradan bir eşyayı, daha değerli göstererek, onunla övünmek için olduğundan daha pahalıya satın aldıklarını söyleyebilirler. İşyerlerindeki konumlarını abartarak, kendilerini olduğundan daha fazla sorumluluğa sahip, daha yüksek mevkide gibi göstermeye çalışabilirler.

Övünmek kastıyla söylenen yalanların nedeni, insanların sahip olmadıkları maddi veya manevi özelliklerle takdir görmeyi beklemeleridir. Bu sebeple, kendilerini çok çalışkan, yardımsever ve yetenekli gösterirler. Gerçekte öyle olmamasına rağmen, herşeye dikkat eden, her sorumluluğu üstlenen bir insan tablosu çizerler. Allah Kuran'da böyle insanlar için şöyle buyurmaktadır:

Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)

Bu insanlar, kendilerine olan ilgi ve sevgiyi de abartarak anlatırlar. Sözgelimi eşlerinin kendilerine hediyeler aldığı yalanını söylerler. Ya da işyerinde kendilerine özel bir ilgi olduğunu, yerlerinin doldurulamaz olduğunu, bu nedenle maaşlarının artırıldığını anlatırlar. Gençler çoğunlukla sınıfta veya okulda en popüler kişi olduklarını, bütün okulun kendilerini tanıdığını söylerler. Bazen ünlü kişiler de, doğum günlerinde veya bir kutlamada dostlarının veya eşlerinin kendilerine çok pahalı hediyeler aldığı yalanını uydururlar. Bu tür yalanlar söylemekteki amaçları, hem gösteriş yapmak, hem de yakınlarının kendilerine çok değer verdiği imajını oluşturmaya çalışmaktır. Bu tür değerli hediyeler almayanların ise kıskançlık duymalarını ve kendilerine gıpta etmelerini sağlamaktır. Oysa bunların tamamı dünyevi değerlerdir ve insanlara ahirette bir kazanç sağlamayacaktır. Bir insan dünyanın en değerli hediyelerini gerçekten almış olsa bile, eğer Allah'ın hoşnut olmayacağı davranışlarını sürdürmeye devam ederse, çok kısa olan dünya hayatının ardından ahirette sahip olduğu herşeyden mahrum kalacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav)'in yaşadığı dönem ile ilgili bir rivayette de, bir kadının yukarıda anlatılanlara benzer bir tavır gösterdiği aktarılmaktadır. Anlatıldığına göre, bu kadın, bir başkasını üzmek ve kıskandırmak amacıyla, eşinin yapmadığı şeyleri abartarak yapmış gibi söylemekte, almadığı hediyeleri almış gibi anlatmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in, bu kadının tavrını öğrendiğinde ona şöyle dediği rivayet edilir: 

"Yedirilmeden yediğini söyleyen, kendisinin olmayan şeye benim diyen, kendisine bir şey verilmemişken verildiğini iddia eden, kıyamet günü yalandan iki elbise giyen kimse gibi olur." 

İnsanların gösteriş için söyledikleri yalanların örnekleri çok fazladır. Birçok insan evini, arabasını, yazlığını, işinin durumunu, çocuklarının başarılarını, spor aktivitelerini, yaptığı alışverişi, gittiği seyahatleri, ailesinin kökenini, atalarının ne kadar asil ve başarılı kişiler olduklarını abartarak ve olduğundan çok daha farklı olarak anlatır. Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri için, genellikle refleks olarak yalan söylerler. Ancak, yalanlarını akıllarında tutamadıkları için, bir konu hakkında verdikleri sayılar, belirttikleri yerler, tavırlar her anlattıklarında değişir. Bu nedenle her seferinde kendilerini ele verir ve küçük düşerler. 
Bu kişiler, Allah'ın rızasını değil de insanların rızasını aradıkları için, hep çevrelerindeki insanların hoşlanacağı, beğeneceği bir görünüm sunmak isterler. Bunun için çevrelerinde kim varsa, kendilerini öyle tanıtmaları gerektiğine inanırlar. Bu da bol bol yalan söylemelerini gerektirir. Hoşlandıkları müzik türünden, işyerindeki görevlerine kadar herşeyi çevrelerindeki insanlara göre kurgulamak zorundadırlar. Bunun sonucunda ise hem yalanları kısa sürede ortaya çıkarak küçük düşer, hem de çok stresli, can yakan, gerilimli bir hayat yaşarlar. Bu insanlar çevresindekilere gösteriş yapmaktan ve yeni yalanlar uydurmaktan, konuştuklarından zevk almaya, güzellikleri görmeye imkan bulamazlar. Konuşma ve tavırları genellikle yapmacıktır. Ayrıca, uydurdukları yalanlar bir kişiyi hoşnut ederken diğerlerini etmeyecektir. Bu kez diğerlerini de hoşnut etmeye, onların da gözüne girmeye çalışacaklardır. Bu, sonu gelmeyen bir kısır döngü gibidir ve insanın samimi, rahat, huzurlu bir hayat yaşamasını engeller. Allah, bir ayetinde Kendisi’nden başka birçok ilah edinen insanlar için şöyle buyurmuştur:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

Çıkar ve gelir sağlamak için söylenen yalanlar

İnsanların büyük bir bölümünün günah işlemelerinin ve kötü davranışlarda bulunmalarının nedeni, çıkar elde etme isteğidir. Vefasızlık, bencillik, saldırganlık, kıskançlık, içten pazarlıklı olmak, sinsilik gibi kötü ahlak özellikleri çoğunlukla çıkarcılıktan kaynaklanır. Yalancılığın da en önemli nedenlerinden biri, insanların çıkar ve kazanç elde etme konusundaki hırslarıdır. 
Özellikle ticaret hayatında insanların bir kısmı yalan söyler ve yaptıkları ticaretin çıkarı için yalancılığın kesinlikle gerekli olduğuna inanırlar. Bu tip insanlar sattıkları eşyayı olduğundan daha değerli gösterir, fiyatı, ölçüsü, miktarı hakkında yalan söylerler. Allah Kuran'da insanlara "ölçü ve tartılarda" adaletle davranmalarını ve dürüst olmalarını bildirmektedir:

Tartıyı adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın. (Rahman Suresi, 9)

Allah, Mutaffifin Suresi'nde ise, ölçü ve tartılarda dürüst davranmayanlara ahiret gününü hatırlatmaktadır:

Eksik ölçüp tartanların vay haline, Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler. Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu? Büyük bir günde. İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı günde. (Mutaffifin Suresi, 1-6)

Allah korkusu olmayan, ahirete inanmayan ve ahiretin varlığından ve öldükten sonra hesap vereceğinden şüphe içinde olan insanlar için dünya çıkarları her zaman daha ön plandadır. Bu nedenle, bu insanlar kolaylıkla günaha girebilirler. Sadece bir anlık veya çok küçük bir kazanç sağlayabilmek için dahi, cehennem azabına neden olabilecek şeyler yapabilirler. 
Oysa, Allah korkusu olan, Allah'ın her an kendisini izlediğini, işittiğini bilen, ahirette her söylediği sözün hesabını vereceğine iman ederek bunu hiç aklından çıkarmayan bir insan, çıkarları ne kadar zedelenirse zedelensin doğru olanı söylemekten asla ödün vermez. Allah'a dayanıp güvenir, doğru söylemekten dolayı müşkül durumda kalsa dahi, Allah'ın kendisine yardım edeceğini, ummadığı bir yerden kolaylık sağlayacağını bilir. Allah bir ayetinde güçlüklerin ardından kolaylık vereceğini vadetmektedir:

... Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)

Allah, ayetinde emrini bildirmiş ve bu emrine uyanlara mutlaka yardım edeceğini, güçlüklerin ardından mutlaka bir kolaylık verileceğini müjdelemiştir. Karşılaştığı güçlüklerin üstesinden dürüstlük yerine yalanlarla, sahtekarlıklarla gelmeye çalışanlar, dünyada da ahirette de çok daha büyük güçlüklerle ve çetin belalarla karşılaşabilirler. 

Bu gibi insanlar, yalanla elde ettikleri veya korudukları kazançlarını, kötü ahlakları nedeniyle kendilerine bela olarak verilen bir hastalık için hastane parası olarak harcamaktan korkmalıdırlar. Veya söz konusu insanlar bir yangının, yalan ve sahtekarlıkla elde ettikleri tüm kazancı yok etmesinden korkmalıdırlar. Allah'ın dünyada insanları Kuran ahlakına yönlendirmek için bu gibi belalarla deneyebileceğini unutmamalıdırlar.

Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)'in de hikmetle belirttiği gibi "Yalan rızkı eksiltir." Yani yalana başvurarak, başka insanları aldatarak kazanç sağlamaya çalışanların elde ettiklerinde Allah bir bereket kılmaz. Maddi ve manevi belalarla onların bu malları huzur içinde kullanmalarını engeller. 

Allah'ın emrine uyarak, güçlüklere sabreden, doğruluktan ve dürüstlükten asla dönmeyen insanlar içinse Allah kolaylıklar, güzellikler ve ummadıkları rızıklar yaratır. Allah, ayetlerinde şöyle bildirmiştir:

… Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)

… Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)

Bir tartışmada haklı çıkmak ve üstün gelmek için söylenen yalanlar

Allah'ın bir ayetinde de bildirdiği gibi "İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır" (Kehf Suresi, 54). Birkaç kişi biraraya geldiğinde, çoğunlukla bir konu hakkında iddialaşmaya, farklı fikirler öne sürerek, bunları birbirlerine kabul ettirmeye çalışırlar. Bu tartışmalarda amaç, çoğu zaman, bir şeyin doğrusunu öğrenmek ve en iyi sonuca ulaşmak değil, üstün gelmek, savunulan fikrin doğruluğunu ve yanlışlığını gözetmeksizin tartışmayı kazanmaktır. Taraflardan biri haksız olduğunu veya yanlış düşündüğünü anlasa bile, genellikle geri adım atmaz, doğrunun yanına geçmez, kibirinden dolayı iddiasını devam ettirir. İşte bu noktada, çoğu insan yalana başvurmaya başlar. Bu insanlar sadece üstün gelmek için, ya emin olmadıkları, görmedikleri, duymadıkları bir olayı, gerçekleştiğinden kesin emin olarak anlatırlar, ya da açıkça iddialarını destekleyecek hayali senaryolar üretirler, hatta iftiraya başvururlar. 

Tüm bu yöntemlerin nedeni, insanların kibirleri ve küçük düşme endişeleridir. Daha önce de belirtildiği gibi kibir, büyüklenme duygusu insanları çoğu zaman günaha sürükler. Oysa doğru ve güzel olan, bir insanın fikrinin yanlışlığını anladığında hemen doğruyu kabul etmesidir. Bu, üstün bir ahlak belirtisidir. Çünkü böyle bir davranışta bulunan kimse, herşeyden önce insanların düşüncelerini veya kınamalarını göz ardı etmekte, Allah'ın razı olacağı şekilde davranarak vicdanının söylediklerini kabul etmektedir. Sanılanın aksine, böyle bir insan hem Allah'ın Katında hem de akıl ve vicdan sahibi insanların gözünde yükselir ve değer kazanır. 

Allah bir ayette şu şekilde buyurmaktadır: 

Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135) 

"Beyaz yalanlar" aldatmacası ile söylenen yalanlar

"Hiç yalan söyler misiniz?" sorusuna insanların verdikleri cevapları, birçok kereler duymuşsunuzdur. Bu cevapların çoğunda, kesinlikle yalan söylemedikleri, ancak gerektiği zaman "beyaz yalanlar" söyledikleri ve bunda bir sakınca görmedikleri belirtilir. 
Kuran ahlakına uymayan insanlar, sadece yalan konusunda değil, tüm konularda kendilerine, çevrelerine ve çıkarlarına göre batıl kurallar ve ölçüler uydururlar. Örneğin hırsızlığın günah olduğunu kabul eder, ancak ihtiyaç içindeki birinin çalmasının günah olmayacağını söylerler. Veya kumar oynamanın haram olduğunu bilen insanların bir kısmı, buna rağmen kumar oynarlar, ancak kumardan kazandıkları parayı fakirlere verdiklerini söyleyerek, kumarı meşru hale getirdiklerini zannederler. Oysa, Allah'tan korkup sakınan bir insan, her ne koşulda olursa olsun, Allah'ın razı olmayacağı ve haram olarak bildirdiği bir şeyi yapmaz. Yalancılık için de aynı şey söz konusudur. Yalanlarına farklı sıfatlar takarak, anlamını yumuşatmaya çalışanlar belki insanları ikna edebilirler. Ancak, Allah insanlara yalan söylemeyi haram kılmıştır; buna toplumda "beyaz yalanlar" olarak isimlendirilen yalanlar da dahildir. 

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda uydurulan bu batıl kurallar, Kuran'a uygun değildir. Bunlara uyan insanlar, bu kuralları ayrıca kendilerine göre de biçimlendirmektedirler. Dolayısıyla neyin beyaz neyin başka türlü yalan olduğuna da herkes kendi çıkarına göre karar verir. Bunun bir sonucu olarak neredeyse yalancılığın her türü beyaz yalanların içine dahil edilerek, söz konusu toplumlarda adeta normal karşılanmaya başlanmıştır. 

Sözgelimi, birine bir işini yaptırmak isteyen bir insan, ona suni iltifatlarda bulunur, güzel olmadığı halde güzel olduğunu, şık olmadığı halde şık olduğunu veya beceriksiz olduğu halde çok becerikli ve zeki olduğunu söyler. Evine geç gelen biri, eşini kızdırmamak için farklı bahaneler uydurur. Eğer doğruyu söylerse eşinin kızacağını ancak bu "beyaz yalanları" söylediğinde onu huzursuz etmediğini ve aralarında bir tatsızlık olmadığını söyler. Böylece yalanlarını masum ve hatta iyiliğe hizmet amaçlı söylenmiş sözler gibi göstermeye çalışır. Oysa, bu tür yalanlar, ne için söylenirse söylensin, aldatmaya, kandırmaya yöneliktir. Bu yalanları söyleyen insanın, karşısındaki kişilere sevgisi, saygısı, bağlılığı olmaz. Ayrıca, böyle bir tavırdaki insanların dürüst ve güvenilir olmadıkları da açıktır. 

Sonuç olarak, her ne sıfat altında söylenirse söylensin, yalanın her türlüsü Allah'ın haram kıldığı bir harekettir. Yalancılık, insanlar arasındaki güven ve bağlılığı yok eden, insanların samimiyetsiz bir hayat yaşamalarına neden olan bir davranıştır. 

YALANIN VE SAMİMİYETSİZLİĞİN OLDUĞU ORTAMDA KİMSE KİMSEYE GÜVENEMEZ

ADNAN OKTAR: ... Ama en vahimi sevgisizlik. Sevgisizlikten neşeleri kaçıyor. Sevgi insanı çok mutlu hale getirir, açar. Yani en güçlü gıdadır, bedenin en güçlü gıdası sevgidir. Yani hiçbir şey yemese bile, yemese içmese bile sırf sevgiyle müthiş sağlıklı olabilir insan, sıhhatli olabilir. Sevgisiz ne olacak, “hiçbir şey olmayacak” diyor. Oluyor işte, perişan oluyoruz, oksit sarısı oluyorlar. Bayağı bir kısmı öyle, çoğu öyle yani. Ağzında pas oluşuyor, bakışlarında canlılık yok, bir şey söylediğinde anlamada güçlük çekiyorlar, her şeye karamsar bakıyor, her şeyden korkuyor, birbirlerinden muazzam korkuyorlar. Mesela bakıyorum gözlerinde insanların birbirlerine karşı korku ifadesi var. Müthiş bir şüphecilik var, ama niye şüpheci oluyorsun da diyemeyiz çünkü haklılar yani. Çünkü dürüst insan o kadar çok olmuyor bazen bazı yerlerde. Samimi insan o kadar çok olmuyor. Onlar da haklı olarak korkuyorlar ve tedirginler, gerilim içindeler. O zaman işte milletimizi sevgi dolu, şefkatli, Allah’tan korkan, Allah’ı çok seven, müsbet bakan, pozitif değerlendiren, her şeyi  hayra yoran, her şeyde güzellik gören, etrafını ve kendini güzelleştirmeye çalışan insanlar olarak eğitmeliyiz. Mesela dün bir baktım ben, bakıyorum yani, bakımsız ve perişan birçok insan. Bu illa yemekle de olmaz, yani az bir şey yemek insanı çok dinç yapar, ama yemek etki etmiyor. Çünkü neşe yok, sevinç yok. Sürekli korkuyu yaşayan bir insan, sürekli güvensizliği yaşayan bir insan mutlu olamaz. Mutlu olamayınca da vücut hücreleri buna isyan ediyor. Pankreası ayrı rahatsız oluyor, mesela midesinde kasılma oluyor kramplar meydana geliyor midesinde, ülser meydana geliyor, midesinde yanma-ekşime meydana geliyor. Mesela gözlerinde bakışlarında bozukluk meydana geliyor, mesela karaciğeri normal çalışmıyor, sindirimi normal çalışmıyor, kan çekiliyor vücuttan üzüntünün sebebiyle. Mesela sapsarı oluyor eli yüzü. Yazık günah değil mi bu kadar eziyete? Allah insana, şeytandan Allah’a sığınırım, Cenab-ı Allah diyor ki ayette, “Allah insanlara zulmetmez insanlar kendilerine zulmediyorlar.” (Tevbe Suresi, 70) İnsanın kendine yaptığı zulmü hiç kimse yapmaz derler, hani halk arasında vardır biliyorsunuz. Yani muazzam eziyet eder kendine. Her şeyden kuşkulanır. Hatta diyorlar ya, “babana dahi güvenmeyeceksin”. Kardeşim ne yapıyorsunuz siz, ortalığı cehenneme çeviriyorsunuz. Baba. O güvenilmeyecek babaları eğitsek de, normal baba olsalar da güvenseler bu insanlar olmuyor mu? “Babana dahi güvenmeyeceksin.” O zaman kime güvenecek değil mi? “Hiç kimseye güvenmeyeceksin” diyor. O zaman bu insanlar nasıl yaşasın bu dünyada. Bakın görüyor musunuz Darwinist ve materyalist düşüncenin yaptığı tahribatı daha hala temizleyemiyoruz. Daha hala bu tahribatı düzenlemekle uğraşıyoruz, temizlemekle uğraşıyoruz. Mesela karşılaşıyorlar çok sevecen, mesela bir televizyon programı oluyor, birbirlerine nasılsınız hoş geldiniz filan, ama hepsi birbirinden çekiniyor aslında. Gayet temkinliler, yani herhangi bir menfaatleri çatıştığında canlı yayında birbirlerine sille tokat giriyorlar biliyorsunuz. Yani arbede çıkıyor, saçlarından sürüklüyorlar. Demek ki içi patlayacak bomba gibi, çok gerilimli. Yani sevgi ortamı olsa, barış, kardeşlik ortamı olsa, bir anda böyle ağzından kopükler saçarak, hatta din adamı oluyor , alim, din alimi bir anda patlayacak bombaya dönüşüyor adeta böyle çıldırıyor, kendini kaybediyor. İşte sevgisizlik, sevgisizliğin sonucunda bu oluyor. Çok şefkatli çok merhametli olmak lazım...  (Adnan Oktar’ın Kanal Urfa röportajı, 9 Kasım 2009)

Yapmayacağını bildiği bir şeyi vaat ederken
söylenen yalanlar

Bir insanın verdiği sözü tutmaması çok sık rastlanan bir durumdur. Elbette ki, bazen koşullar değiştiğinde, insan çok istese ve vaadinde samimi olsa dahi, vaadlerini yerine getiremeyeceği bir durumla karşılaşabilir. Ancak, daha en başta söz verirken sözünü tutmayacağını bilerek, sadece o an o kişilerin gözüne girmek veya herhangi başka bir maksatla vaadde bulunmak ve onu yerine getirmemek, Kuran'da Allah'ın insanları uyardığı bir konudur:

Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). (Saff Suresi, 2-3)

Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. (Nahl Suresi, 91)

… Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)

20. yüzyılın büyük İslam alimlerinden Mehmed Zahid Kotku, insanların yerine getirmeyeceklerini bile bile vaadlerde bulunmaları için şöyle der:

"Verdiği sözlerde ve vaatlerde durmamak da ve vaadini yerine getirmemek de yalancılıktır. Bol keseden vaat eder de sonra vaadini yapmazsa, buna da yalancılık damgası vurulur. Yaptığı vaadi, sözleşirken yapmamak üzere bir fikri varsa, yalancılık iki kat olur. Bir de var ki, vaadini yapmak ister de imkanı olmazsa, özür dilemek suretiyle belki mazur görülebilir. Onun için bu gibi vaatlerde bulunurken insanlar inşaAllah demeyi unutmamalıdırlar..." 

Mehmed Zahid Kotku'nun da dikkat çektiği gibi, bir insanın yapmayacağını bile bile söz vermesi yalancılıktır. Her insan, hesap gününde her konuşmasından ve tavrından sorumlu olacaktır. İnsan kendi söylediklerini veya düşündüklerini unutabilir, ancak Allah unutmaz ve hepsini hesap gününde insanın önüne getirir. Bu gerçeği bilen Müslümanlar düşünerek, sözlerinin Kuran'a uygun olup olmadığını bilerek konuşurlar. 

Ağızlarına her geleni söyleyip, öylesine konuşmazlar. Birine söz verdiklerinde gerçekten yapıp yapamayacaklarını hesaplarlar. Eğer yapamama ihtimalleri varsa, bunu karşılarındaki insana belirtirler, hangi koşullarda yapamayacaklarını açıklar ve o kişinin zor durumda kalmasını önlemek için tedbirler alırlar. Eğer yapabileceklerine kanaatleri varsa da, "inşaAllah" (Allah izin verirse) diyerek, Allah'ın dilemesi dışında sözlerini yerine getireceklerini vadederler ve çıkarlarının aksine de olsa, verdikleri sözleri tutarlar. Kuran'da Allah müminlerin bu özelliğini şöyle haber vermektedir:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahid­lefl­tik­le­rin­de ahid­le­ri­ne ve­fa gös­te­ren­ler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir. (Müminun Suresi, 8)

NEFSİ TERBİYE ETMENİN YOLU SAMİMİ VE DÜRÜST OLMAKTIR

SUNUCU: Çok mailler var, çok sorular var. ‘Nefis nasıl terbiye edilir?’ diye bir soru geldi.

ADNAN OKTAR: Nefsin terbiye edilmesi için Allah’ın gösterdiği tek bir ölçü vardır, samimiyet. Samimiyeti biz ortaya koyduğumuzda, nefis çok makul hale gelir. Çünkü çıkarlar mantıklı olmayı sağlar. Ama vicdanımız da akıllı olmayı sağlar. Samimi ve candan davranmayı sağlar. Biz aklımızla ve vicdanımızla hareket edeceğiz. Aklıyla vicdanıyla hareket eden adam hep doğru hareket etmiş olur. Mesela Allah esirgesin, rüşvet alacaksa, mantığı al der. Ama aklı ve vicdanı da alma der. Aklına ve vicdanına uyduğunda da maddi yönden belki zorluklara girecektir, sıkıntıya girecektir, ama doğru olanı yapmış olacaktır. Güzel ahlak öyle ucuz birşey değildir, zordur güzel ahlak. Pahalıya mal olur, güzel ahlaklı insan da onun için dünyada nadir olur. (Adnan Oktar’ın Ekin TV röportajı, 19 Ocak 2009)

İnsanlardan korkup çekinerek söylenen yalanlar

Birçok insanın yalana başvurmasının nedenlerinden biri, çevrelerindeki insanlardan korkup çekinmeleridir. Sözgelimi evde vazoyu kıran bir çocuk annesinden korktuğu için yalan söyler. İşyerinde dosyaları birbirine karıştıran bir sekreter patronundan korkar ve kendisini kurtarmak için yalana başvurur. Oysa, mümin bir insan hiçbir zaman insanlardan korkup çekinmez. Sadece Allah'tan korkup sakınır ve Allah'ın kendisinden razı olup olmayacağını düşünür. Bu nedenle her ne durumda kalırsa kalsın doğruyu söyler ve Allah'a dayanıp güvenir. 

İnsanlardan korkup çekinenler ise, örneğin değerli bir eşyayı kırdıklarında sakar veya dikkatsiz olarak tanınmaktan çekinirler. İnsanların kendileri hakkındaki düşüncelerini Allah'ın rızasından üstün tutarak büyük bir yanılgı içinde oldukları için, insanların rızasını gözeten kararlar alırlar. Bu nedenle çoğunlukla yalana başvurarak yaptıkları hataları örtbas etmeye çalışırlar. 

Allah Kuran'da şeytanın insanları birbirleri ile korkutmak isteyeceğini bildirmiş ve müminlere sadece Kendisi'nden korkmalarını buyurmuştur.

İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175) 

Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 36)

Allah bir ayetinde de müminler için "kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk" demiştir. (Maide Suresi, 54) Mümin, her koşulda sadece Allah'a dayanıp güvenir ve insanların düşüncelerine göre değil sadece Allah'ın rızasına göre davranır. İnsanlardan korkup çekinerek, doğru olanı yapmamak aynı zamanda şirktir. Şirk, bir insanın başka insan veya varlıkları, (Allah'ı tenzih ederiz) Allah ile eş tutması, bu varlıklara ilahlık vermesi demektir. Bir insan başka bir insandan çekinip o insanın rızasına göre davranıyorsa onu şirk koşuyor demektir. (bkz. En Büyük İftira: Şirk, Harun Yahya) Müminler ise bu gerçeğin farkındadırlar ve Allah'tan başkasını İlah edinmezler. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

Ben, O'ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler. O durumda ise, gerçekten ben apaçık bir sapıklık içinde olmuş olurum. (Yasin Suresi, 23-24)

Ayetlerde de bildirildiği gibi, hiçbir insan bir başkasına zarar vermeye güç yetiremez. Hiç kimse Allah'ın izni olmaksızın bir başkasına tek bir söz dahi söyleyemez. Bu nedenle bir insanın başka insanlardan korkarak, yalan söylemesi şirk olabilir. Şirk ise, "Allah'ın bağışlamayacağını bildirdiği bir günahtır." (Nisa Suresi, 48) Bu nedenle insanlardan çekinip yalan söyleyenler hem harama girmekten, hem de Allah'a şirk koşmaktan korkup sakınmalıdırlar.  

ALLAH HERŞEYİ BİLEN, GÖREN VE İŞİTENDİR

Yalan söyleyenlerin aldandığı konulardan biri, Allah'ın herşeyi gören ve işiten olduğunu bilmemeleri veya düşünmemeleridir. Herhangi bir nedenle yalan söyleyen bir insan, çevresindekileri aldatabilir, onları yanlış bir şeye inandırabilir, bazı şeyleri onlardan gizleyebilir, kendince bir kazanç elde edebilir. Ancak, içinden geçenleri, gerçekleri, doğruları tek hesap görücü, herşeye gücü yeten, herşeyi gören, işiten ve bilen Allah'tan asla gizleyemez. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler… (Nisa Suresi, 108)

Ancak yalancı insan, aklı ve imanı yetersiz olduğu için, hiçbir şeye güç yetiremeyen, kendileri de Allah'a kul olan aciz varlıkları kandırdığında kendisini kurtardığını zanneder. Oysa, yalanlarla kandırdığı insanlar, ne kendisine bir zarar vermeye ne de bir fayda sağlamaya güç yetiremezler. 

Bu gerçeğin farkında olan tüm müminlerin, akıllarından her geçenin, her söylediklerinin, kendi kendilerine gizlediklerini sandıkları herşeyin Allah'ın bilgisinde olduğunu bilmeleri ve her an bu gerçeğe göre davranmaları gerekir. Çünkü Allah herşeyi gören ve bilendir. Bu gerçeği haber veren bazı ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir. (Mümin Suresi, 19)

Onlar, Allah'ın gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı? (Bakara Suresi, 77)

Şüphesiz, yerde ve gökte Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. (Al-i İmran Suresi, 5)

Göklerde ve yerde Allah O'dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazandıklarınızı da bilir. (Enam Suresi, 3)




YALAN SÖYLEMEK ŞEYTANLA İŞ BİRLİĞİ DEMEKTİR


İlk yalancı: Şeytan

Şeytanın bazı özelliklerini Allah Kuran'da şöyle bildirir:

O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (Bakara Suresi, 169)

Yalancılık da, şeytanın insanlar üzerindeki kötü etkilerinden biridir. Şeytan, yalanı insanlara kolay bir yol gibi gösterir ve bu yönde telkinde bulunur. İmanı zayıf olan insanlar ise şeytanın bu fısıltılarına uyarlar. 11. yüzyılın İslam alimlerinden Abdülkadir Geylani, "Şeytan sana neler yapmadı ki... Yalanı sana sevdirdi. Kötü işleri sana süsledi" sözleriyle şeytanın yalancılığı sevdirmesi özelliğine dikkat çekmiştir. 

Şeytanın bir başka özelliği ise ilk yalancı olmasıdır. Allah ilk insan olan Hz. Adem (as)'ı yarattıktan sonra, tüm meleklere Hz. Adem (as)'a secde etmelerini emretmiştir. Tüm melekler Allah'ın emrine itaat etmişler, ancak şeytan kibirinden ve kıskançlığından dolayı itaat etmemiştir. Allah onu bu nedenle huzurundan kovmuş ve ahirette cehennem azabı içinde olanlardan olacağını bildirmiştir. Şeytan ise, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için and içmiştir. İlk olarak ise, Hz. Adem (as) ve eşini aldatmaya çalışmış ve onlara yalan söylemiştir. Şeytanın Hz. Adem (as)'a söylediği yalanı Allah Kuran'da şöyle bildirir:

Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. (Araf Suresi, 20-21)

Şeytan, yalan söyleyerek Hz. Adem (as)'ı yanıltmıştır. Ayrıca, kendisini de son derece iyi niyetli göstermiş ve onlara öğüt vererek iyilik yaptığını söylemiştir. Bunun içinse yemin etmiştir. İleride de görüleceği gibi, sık sık yemin etmek ve iyi niyetli olduğunu iddia etmek de yalancıların en belirgin özelliklerinden biridir. 

Başka bir ayette ise, şeytanın insanlara yalan vaadlerde bulunduğunu Allah şöyle haber vermektedir:

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır." (İbrahim Suresi, 22)


Şeytan her zaman yalan söyler

İnsan bir karar verirken, bir şeyi düşünürken, içinde hem vicdanının sesi hem de şeytanın fısıldamaları olur. Akıl ve vicdan sahibi, Allah'a ve ahirete inanan bir mümin her zaman vicdanının sesini dinler. Diğerleri ise çoğunlukla şeytanın sesini dinler. Ancak şeytanın her söylediği yalandır. Sözgelimi, fakir insanlara yardım etmek isteyen bir insanın şeytanı ona "eğer bu parayı fakirlere verirsen senin paran azalır, ileride bir şey olsa bir güvencen kalmaz" gibi sözler söyleyerek onu iyilik yapmaktan, hayır işlemekten alıkoymaya çalışır. Oysa, şeytan her zamanki gibi yalan söylemektedir. Çünkü insan bir hayır işlediğinde, Allah onun yardımcısı ve dostudur. Ayrıca rızkı veren Allah'tır. O insan istediği kadar cimrilik yaparak parasını korumaya çalışsın, Allah dilemedikçe hiçbir kazanç elde edemez. 
Veya vicdanına uyarak namaz kılmaya başlamaya niyet eden bir insana şeytan, "ileride yaşlanınca nasıl olsa kılarsın. Şimdi kılmasan da olur" benzeri telkinlerde bulunur. Şeytan yine yalan söylemektedir. Çünkü insanın ne kadar ömrü olacağı, ne zaman nerede öleceği bilinemez. Bu nedenle insan hayırlı gördüğü birşeyi ertelemeden, hemen o anda uygulamalıdır. 

Hırsızlık yapan birini de şeytan boş vaadlerle ve yalanlarla aldatmaktadır. "İhtiyacın var şunu alsan ne olur? Zaten kimse de seni görmez. Bu hırsızlık bile sayılmaz, küçücük bir şey" gibi sözler söyler. Gerçekte ise, hiç kimse görmese ve fark etmese dahi, Allah her an görmekte ve işitmektedir. Allah Kuran'da insanları şeytana karşı uyarmış ve onun insanları aldattığını ve aldananların sonunun cehennem olduğunu bildirmiştir:

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 120-121)

Şeytanın insanlara söylediği yalanlardan bir diğeri de insanlara bir kötülüğü telkin edip sonra da "şimdi bunu yap sonra tevbe eder kurtulursun" demektir. Birçok insan şeytanın bu tuzağına düşer. Halbuki bu da bir yalandır, çünkü Allah kötülükleri yapıp sonra kendilerine ölüm gelince tevbe edenlerin tevbelerinin kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. İlk baştan bir hesap yaparak, "nasıl olsa tevbe ederim" diyerek her türlü kötülüğü yapmak büyük bir samimiyetsizlik ve akılsızlıktır. Allah bir ayetinde şöyle hükmetmektedir:

Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)

Bir insanın şeytanın yalanlarını görüp, ona uymaması için tek çözüm Kuran ahlakını iyi bilmesi ve yaşamasıdır. O zaman hem şeytanın, hem nefsinin hem de diğer insanların yalanlarını ve samimiyetsizliklerini çok iyi görebilir ve bunlardan sakınabilir. Allah bir ayetinde şeytanın hilesinin inanan kulları için çok zayıf olduğunu şöyle bildirmektedir:

İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)

Yalancılık, şeytana sadakat göstermektir

Yalan ve boş vaadler şeytanın en belirgin özelliklerinden biridir. İnsanların yalancılığının kaynağı da şeytandır. Yalan söyleyen bir insan o anda şeytanını dinliyor ve ona sadakat gösteriyor demektir. Aşağıdaki ayetler bazı insanların şeytana olan bu sadakatlerinin nedenini açıklamaktadır:

Onlar, O'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim. (Nisa Suresi, 117-118)

Hiç kimse yaptığı tavırla şeytana uşaklık ettiğini, ona sadakat gösterdiğini kabullenmek istemez. Ancak, bu kişi hayatı boyunca vicdanının sesini kısarak ve daima içinde şeytanın söylediklerine uyarak, vicdanını köreltmiş ve hep şeytanına sadık olmuştur. Allah ayetlerinde bu insanlar için şöyle hüküm vermektedir:

Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)."
(Bu söylenmeleriniz,) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz azabta da ortaksınız. (Zuhruf Suresi, 36-39)

Şeytanın en belirgin özelliklerinden biri, kendisini daima haklı zannetmesi ve telkinde bulunduğu kişilere de hep haklı oldukları telkininde bulunmasıdır. Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi şeytanın dostu olan insanlar kendilerini "hidayette" zannetmektedirler. 
Yalan söyleyen insanlar da, daima kendilerinde bir hak ve doğruluk görürler. Yalanlarının çok geçerli nedenleri olduğunu zannederler. Bu kişilere yalanlarını itiraf etmeleri söylendiğinde ise, sadece birkaç küçük noktada dürüst olup diğerlerini kabul etmemekte ısrar ederler. Bunun bir nedeni, şeytana sadakatten vazgeçilmemesidir. 

Bu satırları okuyan kişilerin bazıları, şeytana sadakati tam olarak tanımlayamıyor olabilirler. Şeytana sadakat gösteren insan, nefsine, kibirine, benliğine, çıkarlarına, tutkularına sıkı sıkıya bağlı olan, onlara bağlılığı nedeniyle hak ve doğru olan şeylerden kaçınan kimselerdir. Şeytan insanın bu tür zaaflarıyla onu kandırır. Onu Allah'ın yolundan çeşitli yöntemlerle saptırmaya çalışır. Dolayısıyla, nefsi, kibiri ve çıkarları için yalanını itiraf etmeyen ve dürüst davranmayan bir insan, şeytanına hizmet etmekte, ona bağlılığını göstermektedir. Bu demektir ki, şeytan bu kişiyi yalan dışındaki başka konularda da aldatabilecek, kendisine bağlı kılabilecektir. Çünkü nefsi için yalanlarından vazgeçemeyen bir insan, dinin diğer konularında da irade gösteremez; bir süre sonra şeytan sabah namazına kalkmasını, fedakarlıkta bulunmasını, Allah'ın rızasına uygun işler yapmasını da engelleyebilir. 

Dolayısıyla insanın hiçbir noktada şeytana bağlı kalmaması gerekir. İnsanların büyük bir çoğunluğu, zaman zaman şeytana uyulmasının bir zararı olmayacağını düşünürler. Oysa, bu şeytanın bir metodudur. Şeytan insanın her konuda Allah'ın rızasına uyup, tek bir noktada kendisine uyulmasını kabul eder ve bunu bir metod olarak kullanır. Sözgelimi, hayatının her anında Allah'ın rızasına uyan, ibadetlerini yerine getiren bir insan, eğer sadece yalan konusunda iradesini kullanamayarak, şeytana uyuyorsa, bu şeytan için bir kazançtır. 

Her anında Allah'a itaat ve sadakat gösteren kimse, Allah'ın kendisinden razı olacağını umabilir. Eğer bir insan her türlü ibadetini yapıyor, hatta fedakarlıklarda bulunuyor, güzel ahlak gösteriyor, ama buna rağmen yalan söyleyebiliyorsa, bu insan, hala tek bir noktada dahi olsa şeytana bir bağlılık gösteriyor demektir. 

Allah bir ayetinde bu önemli gerçeği insanlara şöyle bildirmektedir:

O'nun üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: "Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır" dediler. Kendi ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah'a aid olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar? (Enam Suresi, 136)

Allah, elde ettiklerinden bir kısmını Allah'a, bir kısmını ise diğer ilahlarına ayıran insanların kötü bir hüküm verdiklerini bildirmiştir. Allah'ın razı olacağı ahlak ve imanda, şeytana hiçbir zaman bir bağlılık veya itaat görülmez. Samimi olarak iman eden bir insan, hayatının her anında sadece Allah'ın rızasına uyar. Bu nedenle mümin bir insan yalan söyleyemez. Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini her zaman yalanla elde edeceği herhangi bir çıkarın üzerinde tutar. Allah Zümer Suresi'nde dinin sadece Kendisi’ne ait olduğunu şöyle bildirir:

Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3)

Ayrıca, Allah'a gönülden bağlı samimi bir mümin, hiçbir zaman şeytanı haklı çıkaracak bir davranışta da bulunmaz. Çünkü şeytan insanlardan büyük bir çoğunluğunun kendisine uyacağını söylemiştir. Böylece kendince, Allah'ın yoluna karşı bir savaş açmış ve ne kadar çok kişi kendisine uyarsa o kadar büyük bir zafer elde edeceğini sanmıştır. Şeytanın bu çarpık ve sapkın mantığını Allah ayetlerde şöyle haber verir:

Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 20-21)

Allah'ın ayetlerinden de anlaşıldığı gibi şeytan büyük bir yanılgı içindedir. Kendince insanları tarafına çekerek kazanç elde edeceğini sanmaktadır. Oysa ne kadar çok insanı saptırırsa saptırsın, bunun sonucunda hiçbir kazanç sağlayamayacak, saptırdıkları ile birlikte sonsuza kadar cehennem azabı içinde yaşayacaktır. Ayrıca şeytan bir tuzak kurduğunu zannederken aslında kendisi çok büyük bir tuzağın içine düşmüştür. Allah, yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi, şeytana, iyilerle kötüleri birbirinden ayırmak için bu imkanı verdiğini bildirmiştir. Şeytan, insanların dünya hayatında denenmeleri için bir araçtır ve onun insanlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Şeytan, sadece, insanların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak için bir vesiledir. Ancak ne kadar çok insanın kötü olduğunu ortaya çıkarması ise, onun hiçbir şekilde faydasına değildir. Tam tersine bu hareketinin sonucunda o kadar çok insanla birlikte, cehenneme sürüklenecektir. 

Her ne kadar şeytan, ustaca saptırma yöntemleri kullanırsa kullansın, mümin hiçbir zaman şeytanın zannını haklı çıkartacak davranışlarda bulunmaz. Bundan her an şiddetle kaçınır. Tavır ve konuşmalarında her zaman Allah'ın tarafında olduğunu açık ve kesin olarak gösterir. 

Kuran'da hayatlarından ve konuşmalarından örnekler verilen peygamberler bunun en güzel örneğidir. Onlar daima, Allah'ı dost ve vekil edinmişler, şeytanın ise en baş düşmanı olmuşlardır. Allah inkar edenlerle imanında samimi olanların arasındaki bu farkı Kuran'da şöyle bildirir:

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)

YALANCININ KARANLIK
RUH HALİ

Yalan söyleyen insanların ruh hali de son derece karanlıktır; vicdanları ve akılları temiz ve sağlıklı değildir. Yalancılığı alışkanlık haline getiren insanların aklında binbir türlü hesap olur, böyle kişiler samimi ve dürüst düşünüp davranamazlar. İlerleyen sayfalarda yalan söyleyen insanların ruh hallerinden bazı örnekler verilecektir. 

Söylediği yalanlara kendisini de inandırmaya gayret eder

Yalancı bir insanın en garip tavırlarından biri, yalan söylediğini bile bile, söylediği yalanlara kendisini inandırmaya çalışmasıdır. Sözgelimi ailesi, işi, gittiği tatil yeri hakkında birçok yalan uyduran bir insan, kimi zaman söylediği yalanların etkisi altında kalır ve kendi kendine uydurduğu bir dünyada yaşamaya başlar. Anlattığı yalanlar gerçekmiş gibi davranır. Böylece yalanlarının daha da ikna edici olacağını düşünür. 

İnsanın kendini doğruyu söylediğine en çok ikna etmeye çalıştığı durumlar, bazı eksiklerini veya vicdansızlıklarını örtbas etmeye çalıştığı anlardır. Örneğin bir şeyi yapmaya gücünün yetmeyeceğini söyleyen bir insan, eğer yalan söylüyorsa, buna gerçekten kendini ikna eder. Yapabilecekken yapamadığını söyler, bunun gerekçelerini sıralar. Veya bir arkadaşı kendisinden bir giysisini ödünç almak istediğinde onu neden veremeyeceğine dair bir yalan söyler ve bu yalanına kendisini inandırmaya çalışır. Her ne kadar ısrar edilirse edilsin söylediklerinin doğru olduğunu tekrarlar. Ancak o anda yalan söylediğinin çok iyi farkındadır. Yalan söyleyen her insan, her ne kadar kendini doğru söylediğine ikna etse de, gerçekte yalan söylediğini bilir. Allah'ın Kıyamet Suresi'nde bildirdiği gibi:

Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.
Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15)


Yalancı, tüm akılsızlığına rağmen
kendisini kurnaz zanneder

Yalan söyleyen kişi, karşısındakileri kandırdığını ve yalanı sayesinde bir çıkar sağladığını zannettiği için, kendisini çok akıllı zanneder. Şeytan onu hem yalan söylemesi hem de yalanı ile kibirlenmesi için sürekli kışkırtır. Kibirinden ve insanları aldattığını sanmasından dolayı, çevresindekilere karşı bir sevgi ve saygısı da kalmaz. Kendi kendini yüceltir. Oysa, böyle bir insan birçok açıdan çok küçük bir duruma düşmüş olur. Çünkü genellikle yalanı anlaşılır ve çevresindekilerin güvenini ve sevgisini kaybeder, yalancı bir insan olarak tanınır. İnsanların, düşüncelerini bilememesinden faydalanarak, her fırsatta yalan söyleyen insanlar, aslında yalanın hemen ardından büyük bir sıkıntı yaşamaya başlar. Her an yalanlarının anlaşılması ve küçük düşme korkusu ile yaşarlar. Dürüst bir insanın iç huzurunu hiçbir zaman bulamazlar. Bu insanlar dünyada olduğu gibi ahirette de söyledikleri her yalandan dolayı büyük bir pişmanlık duyacaklardır.

O zaman kimin akıllı, kiminse akılsız olduğunu daha iyi anlayacaklar ve söyledikleri yalanların kendilerine bir fayda sağlamadığını göreceklerdir. 
Allah bu tarz kişilerin içinde bulundukları yanılgıyı bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir... (Nisa Suresi, 49)

Yalancılığı alışkanlık haline getiren insanlarda
utanma hissi olmaz

Yalancılığı alışkanlık haline getiren insanların bir kısmı yalanları deşifre edildiğinde, bundan dolayı bir utanma hissetmez, arsız olurlar. Bu kişiler, bu kez de başka yalanlara başvurarak, bir önceki yalanlarını kurtarmaya çalışırlar. Oysa, Müslüman bir insanın haya duygusu olur. Şeytana uyup, hata ile yalan söylemiş olsa bile bundan dolayı utanç duyar, yüzü kızarır, hemen tevbe ederek Allah'ın kendisini bağışlamasını diler ve doğruları söyler. 

Yalancı, çevresindeki insanlara güven, sevgi ve saygı duymaz

İnsan, gerçekten sevgi, saygı duyduğu ve güvendiği kişilere, her ne koşulda olursa olsun yalan söylemez. Gerçek samimiyette, insan her düşündüğünü en yalın, en açık haliyle karşısındaki kişi ile paylaşır, sadece gerçek düşüncelerini açıklar. Düşündüğünden ne biraz az ne de biraz fazla anlatır. Örneğin samimi bir insan bir şeyi beğenmediğinde, "beğendim" demez, doğrusu neyse onu söyler; sevdiği ve saydığı kişiye söylediği en küçük bir yalan veya sergilediği en küçük bir samimiyetsiz tavır, vicdanını son derece rahatsız eder ve hemen bunu telafi etmek ister. 

Nitekim cahiliye ahlakında eşler, çocuklar, arkadaşlar, kardeşler, ortaklar birbirlerine sık sık yalan söylerler. Birbirine en yakın gibi görünen kişilerin dahi birbirlerine kolaylıkla yalan söyleyebilmeleri, Kuran ahlakına uymayan insanların gerçek sevgi ve samimiyeti yaşamadıklarının göstergelerinden biridir. 

Yalan söyleyen insan ahireti değil, sadece o anı düşünür

İnsanın yalan söylemesini engelleyecek en önemli gerçek ölümünden sonraki sonsuz hayatını, cenneti ve cehennemi düşünmesidir. Bir insana yalan söyleyip içinde bulunduğu durumdan kurtulmak o an için çok kolay ve en fayda getirecek çözüm olarak görünebilir. Ancak bir insan dünya hayatında ne kadar güç bir durumda kalırsa kalsın, ahirette yaşayacağı azabın benzerini hiçbir zaman dünyada göremez. Öyle ise akıl ve vicdan sahibi bir insan, böyle bir durumla karşılaştığında hemen ahirette alabileceği karşılığı düşünerek davranmalıdır. Bir anlık bir rahatlık veya çıkar için hem dünyada hem de ahirette küçük düşmeyi ve azap içinde yaşamayı göze almamalıdır. Allah bir ayetinde dünyaları için ahiretlerini bırakan insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez. (Bakara Suresi, 86)